Balık avlamak!



Severim. Balığı avlamayıda, yemeyide severim. Hele insanın kendi tuttuğu balığın lezzeti hiç bir balıkta yoktur. Antalya Side'de yaşadığımız için özelikle turizm sezonun sonunda kış aylarında bolca vakit bulduğumuz güzel bir uğraş.

Bu sıralar televizyon izlemeyede bol vakit var. belgesel kanallarını severim, özelikle balık avı ile ilgili olanları. Fakat oradaki balık avı meraklılarına uyuz oluyorum. Sözde balıkları öldürmüyoruz biz onların yaşamsını istiyoruz, biz yemeyi değil tutmayı seviyoruz triplerinde; tuttukları balıkları tekrar suya bırakıyorlar. Hele geçenlerde iki kişi Fransa sahillerinde 40 kadar levrek tuttular (levrek ya levrek, balıkların şahı!) ve suya saldılar.

Simdi ben olsam suya salmazdım en fazla 10 kadar tutup bu bize yeter der çeker giderdim. Bir sürü balığada o yakalanma, çekilme, su dışına çıkarılma korkusunu yaşatmazdım. Şimdi hangisi daha insancıl?

spor aşkı!




banyo

" banyo yaparım ama illa küvette olacak, soğuk suya hiç dayanamam, sıcak olacak" böyle buyurmuş kepçeci...

dildo

" komşu lazım değilse senin dildoyu ( yapay penis) bi uzatsana..."




herkes en büyüğün, yaratanın önünde secdeye varmış...
o düdütünü sürecek yer bulmanın sevincinde..

yemin

"milletin egemenliğine" kast ettiği için tutuklanan bir kaç adamı
birileri seçilecek yerden aday yaptı,
milletvekili seçtirdiler.
sonra bu adamlar
"milletin egemenliğini korumak için yemin edemedi" diye bir sürü maraza çıktı...
***
yeminiz batsın!

ölenlerin ardından...

hatırlarmısınız ne ahlar ne vahlar yakıldı ölenlerin ardından.
eşref bitlis paşa, uğur mumcu, adnan kahveci, madımak hotelinde katlediler insanlarımız vs...
ben rahmetli uğur mumcuya yapılan şerefsiz saldırı sonrasını hatırlıyorum, gözümün önündeki resim karesi; bombalanan aracının önündeki evinin kapısında, zamanın kelli fellileri; rahmetli erdal inönü ile rahmetsiz süleyman demirel, ne sözler vermişlerdi katillerin bulunması adına, acılı insanları, kanayan kalpleri susuturmak için belki de yarın yakalıp adalede teslim edeceklerdi şerefsizleri...
oysa son günlerde görüyoruz ki o zamanlar şerefsiz dediklerimiz aslında devletin şerefli görevlileri, hatta paşalarıymış. Hemde biririsi MGK üyesi... yani milletin güvenliliğinden, huzurundan sorumlu şerefli devlet büyüklerimiz...
belkide hiç bilmeyecektik bu şerefli adamlar, isimleri kadar kendilerine güvenleride büyük olmasa, bi salaklık edip uluorta konuşmayacaklardı. onlara nasılsa bi şey olmaz...
onlara deyecek lafımız da olmaz zaten...
lafı olduğu sanılan bir kaç lafebesini çıkarmışlar tv kanallarına... geçen seyrettim bir kaçını... kaçından biri oktay ekşi (hürriyetin değişmeyen baş yazarı) o pek çıkmazdı, dolaşmazdı kanal kanal ama... demek ki pek okuyan kalmamış tv kanallarında arzı endam edip facayı çilalamak istemiş. kaçından biri yirmibeşli paşa hani eski MGK üyesi "cami yaktık" diyen, sonra da "ne salak haberciniz varmış ben öyle demedim, yunanlılar yaktı dedim o beni yanlış anlamış" diyen... kaçından biri eski bakan fikri sağlar... bir diğeri yirmibeşten genç bi emekli tümpaşa (tümgeneral). bu paşa az daha kallı düşüyor yaşlı paşa göre, saçlar dökülmüş ama endam yerinde. hakkını yemişler anlaşılan erken emekl iyapmışlar orpaşa olmadan kpaıyı göstermişler. demek ki fazla akıllı durmayacaksın, az salak takılacan ki ürkütmeyesin vak vakları!
deyse konumuza dönelim...
son noktayı koydular konşmada özelikle paşa yazar ekşiyle, emekli tümpaşa aynı şeyi söyleidler mealen " her devletin böyle gizli kapaklı kanunsuz işleri olur... bu işler devlet sırrıdır, bunu yapanlar salakça bunu uluorta konuşamazlar, ketum olmalılar vs..."
"yani insan öldürmek, kesmek biçmek, içinde insanlarla birlikte hotel yakmak önemli değil, yeterki ağzını sıkı tut"
***
aslında bu soruların bir muhatabı süleyman demirel olmalı... uğur mumcunun katillerini mutlaka adalet önüne çıkarma sözünü veren.

demlik

kaç ağızı tatlandırdın, kaç sohbeti ballandırdın!
ne pahasına, daha çok ateşten başka ne oldu karın?

Nostalji

nostalji, eskiyi beğenme, eskiyi yad etme, eskiyi yaşatma, bizim kuşağa özgü bir olgu...
öncekilerde varmıydı bilmiyorum.
sanmıyorumda...
eskiler, hatta daha eskiler; faldır, gaybtan haber almadır, yıldızlardır derken daha çok ileriyi görmeye çalışmışlar...
biz ise gözümüzü beğendiğimiz bir şeye sabitlemişik; budur diyoruz, başkası olmaz...
hangisi doğru, hangisi yanlış bunun hesabında değilim...
bi şeye takılıp kalmak sıkıyo beni, bozuyo...
ama güzel miş mi?
güzel miş?
doğrusu bende nostalji tarafındayım
işte bu yüzden acaba doğru mu yapıyoruz diyorum?

"karına ver! bu onun işi!"

bazı şeylere, illaki kadın eli değmeli1
illaki!!!

istiklal marşı "hadisesi"

" hadisenin " ismiyle müsama bir şekilde "olay" olan istiklal marşı okuyamama becerisinden sonra, ajda ninesinin "2 gün" çalışarak bütün medyadan aferin alan istiklal marşı okuma becerisi konuşuldu bir kaç gündür. birde bunların arasına alevi toplantısında "okunsun, okunmasın" tartışması eklendi.
"okunmasın" diyenler kazandı ve "okunmadı".
"okunmasın" diyenler neden "okunmasın" dediler bir yerlerde "okuyabilseydik"de anlasaydık.
ama "okuyamadık".
okuyup, okumamaları onları bağlar.
ben bu okunmamasın ısrarlarını merak ediyorum.
bizde beceremeyiz "hadise" olmayalım endişesi varmıydı? pek sanmıyorum.
"hadisenin", "hadisesi" farklı. birisi çıkıpta sormadı kızcağıza hayatında kaç kere istiklal marşı okudun diye.
yanlış bilmiyorsam bu kızımız bize belçikadan rücu etti. talim terbiyesini orada aldıysa, milli marş becerisi belçika marşıyla ilgili olabilir?
ajda ninesi gibi 60 küsur senedir istiklal marşıyla yaşamadı ki kızcağız.
o bile bu yaşında kapanmış, iki gün traning yapmış baksanıza...
kimse kalkıpta durduk yere "hadiseyi" büyütmesin yani.
onu bu işe bulaştırıp, akıl vericilerini suçlayın öncelikle.
sen akıl hocası, olacaksında bu şekilde okuyunca başına neler geleceğini bilmeyeceksin!
***
istiklal marşı derin mevzu...
şiir olarak mükemmel; istikla savaşını yaşamış, köy köy, cami cami, kürsü kürsü dolaşıp milli mücadeleye destek toplayan, bi fiil çarpışan bir şairin yüreğinden çıkmış.
güfte süperde, beste çok su götürür.
ama yıllardır bir çok eleştiriye rağmen "götürüyor"da doğrusu...
neler neler "götürmedi" bu marş?
yazarını bile "götürdü"...
istiklal marşının 7. kıtasını bilyormusunuz?

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ !
Canı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin, tek vatanımdan beni dünyada cüdâ

...
gençler belki bazı kelimeri bilmeye bilir; "şühede: şehitler", "Hüda: Allah", "cüda: ayrı" anlamına geldiğini dip not olarak şeyedelim.
yani merhum Akif : " bu vatan için ölünür, binlercesinin öldüğü gibi. ölmek önemli değil, önemli olan vatanın vatan olmaya devam etmesi, başkasının eline geçip başkasının vatanı olmaması"diyor. ve dua ediyor: "Allahım beni vatanımdam ayırma ..." diye.
işte istiklalimiz kurucularından en büyük şahidlerinden, istiklal marşıyla bunu destanlaştıran; M. Akif Ersoy'u biz işi bittikten , vatan kurtulduktan sonra "vatan haini" belleyip, vatanından ayırırmış, sürgüne yollamışız...
onlarcası...
yüzlercesi gibi...
öyle değil mi Ahmet Kaya!
"bu ne yaman çelişki" değil mi?

ucundan kaçtı!

bir oyla kaybettik.
yada Fransa bir oyla kazandı...
***
öyle oldu böyle olduyu boşverin.
UEFA başkanı bile Fransız. üyelere baskı yapmış.
onu da boşverin.
G.Kıbrıs, Malta vs 18 milyona oy satmışlar.
onu da boşverin.
hepsi hiristiyan sen müslüman.
onu da boş ver.
senin daha stdaların, yolların, altyapın hazır değil; sadece sözünü vermişsin.
onu da boş ver.
ney mi boş ver me; Avrupanın büyük devleti! Fransayla 1 oy kalmış aranda. hemde bütün olumsuzluklara rağmen!
işte bunu boş verme!
***
dün ucundan kaçırdık; bir dahakine tutup koparırız evelallah!

Papatya

Evinizin güneş gören bir köşesindeki saksıya en iyi toprağı koyar, itinayla su verirsiniz.
Bir gün bakmışsınızdır ki; solmuş, kurumuş, bitmiş...
Oysa birde Side'de kupkuru kumda, sıçağın bağrında başını güneşe doğru dimdik tutan şu papatyaya bir bakın...
Hastayım bunların yaşama inadına...

Bekleyiş

Beklemek önemlidir.
Bazen acı verir, bazen umut...
Neyi, nasıl beklediğine göre değişir beklemenin rengi.
Siyah, beyaz, pembe, kırmızı, gri, morcivert...
***
Birde postacılar vardır,
haberciler...
bazen sevgiliden haber getirirler,
bazen babadan, öğrenciye harçlık.
bazen de, asker anasını ağlatarak; beklemeyi bitirirler...
***
ölümdür; her bekleyişi bitiren...
ölümdür kaçınılmaz son...
her ölüm haberi acıdır, açıtır...
en kötü bekleyişte ölümü beklemek olsa gerek...

Sarı Orman, Kırmızı Toprak

Mükemmel renkler; kırmızıdan açık sarıya giden harika bir tonlama.

Cem Karaca - Susuyoruz

Darbe darbe dedikleri!

Askerlerin ihtilal yapma mantığı ney?
Kendisini ülkenin sahibi sanması mı?
Topun ,tüfeğin onun elinde olması mı?
Sağdan soldan, iyi gaza gelmeleri mi?
Bu derin mevzulara dalıp başınını şişirmeyeceğim; sayfayı terk etmenize gerek yok.
Ben şeyi merak ediyorum; darbe ve ihtilal isimlerini neye göre seçiyorlar?
isim seçmek önemli. çoçuğunismi yüzünden kavga eden nice anne babalar var.
Nice ortaklıklar dükkanın ismini seçme aşamasında nihayete eriyor.
Kelli felli paşalarımız neler düşündü acaba bu ismi seçme olayında. Hangi mantığa göre bu isimler seçildi.
Deniz kuvvetleri komutanının tuttuğu darbe günlükleriyle başladı ilk olay...
Sayfa sayfa yazmış paşa; çarşaf çarşafta yayınlandı...
Orada rastladık ilk şu; "sarı kız, ayışığı, yakomoz, eldiven" isimlerine.
Doğrusu bi askere yakıştıramamıştım; pek bi romantik gelmişti bu isimler.
Daha erkeksi isimler beklerdik biz ordumuzdan şahsen.
Asker adama yakışmıyor hani, bu isimler.
Acaba; hani derler ya "her başarılı erkeğin arkasında bir kadın yatar"diye...
Ne bileyim paşalarımız eşlerine de danıştılar mı bu isim konusunda?
-"Adıma bi ihtilal yapmadın diyen" eşi sarışın mıydı ki; paşa "sarı kız " koydu darbenin ismini?
***
Neyse sonunda balyoz geldi de biraz rahatladık...
Zaten önceleri bazılarının inanası, bu yüzden gelmiyordu.
Türk ordusunun yapacağı darbeye böyle feminen isimler koyması anlamlı değildi hani!
Balyoz bütün bu şüpheleri kırdı elhamdulillah...

CMYLMZ ne yaptı?

Önce Gora'yı yaptı. Şimdiye kadar bu mihvalde uzay flimi yapan Türk sinemacısı yoktu.
Flimden çıkan eleştirmenler "çok küfürlü" dediler.
Başka akıllarında bi şey kalmamıştı
Arog'u yaptı, Gorayla karşılaştırdılar.
Milyonlar izledi; uzmanlarımızın çoğu beğenmedi ...
***
Şimdide Yahşi batıyı hep Gorayla, Arogla karşılaştırıyorlar; pek güldürememiş CMYLMZ onları.
Yahu adam Türk sinemasında, adam gibi yapılamayını yapmış.
Tam bir western çekmiş.
Kostüm, efektler, dekor şimdiye kadar ulaşılan en üst nokta sinemamız için.
Para harcanmış, emek harcanmış; hava civa...
Güldürememiş Cem Yılmaz; "çok büyük gülme beklentileriyle gitmeyin" diyorlar birde...
Belli ki, Cem Yılmazın "komik adam" yaftası başına dert olmuş.
***
Sahi siz neye gülersiniz?
Gelmiş geçmiş en iyi Türk komedyen kim sinemada?
Kemal Sunal mı?
Rahmetlinin hala tv kanallarında flimleri dönüyor.
Hala insanlar gülüyor.
Peki Kemal Sunal'ın en çok hangi repliğine gülüyorlar...
Elcevap " eşşeğlo eşşek"...
***
Sinema bir yönüyle ticari bir olay.
Bir flimin salonlara ne kadar çok insan çektiğiyle doğru orantılı başarı durumu...
Recep İvedik güldüyor insanımızı
Fazla para harcamadan hemde; kostüm, dekor sıfır.
Salonlar doluyor...
Ayılığına, yellenmesine, geğirmesine, kaşınmasına, başka birisi bize yapsa kızacağımız eşek şakalarına gülmek için gidiyor insanlar...
Türk insanını güldürmek için neler gerekli olduğuna bir bakın.
Hiç para harcamadan, parayı götürmek mümkün...
Hatta CMYLMZ tek kişilik gösterilerle de masrafsız bi şekilde parayı sırtlayıp götürmeyi en iyi başaran adam memlekette.
Bütün bunlara rağmen; eşek yükü para döküyor; ayrıntıya dikkat ediyor.
Kostüm, dekor mükemmel olsun diye uğraşılıyor...
Aldığı karşılık: "Güldüremedi!"
Acaba neden?
CMYLMZ ne istedi?
CMYLMZ ne yaptı?
Sadece güldürmek istese bunu ondan iyi ondan kolay yapacak adam olmaz...
O zaman Yahşi Batıda CMYLMZ ne yaptı?
Bir western flimi yaptı...
Gidin de adam gibi seyredin...

Fal

Kahveye, yıldızlara bakılır; beklenen gelecekmi diye...
Paraya, aşka, dosta yıldızlardan medet umulur kavuşmak için..
yıldızlar, onu getiremeyeceğine göre;
yıldızlara sormakta hayalperestlik...
hayatı yıldızlara göre değil de;
galiba biraz rüzgara göre yaşamak lazım..
rüzgara göre yelken aç;
o zaman o gelemesede, sen ona gidersin...

Beyaz Balina

kara derinliğin, beyaz devi...

Akis

aynada ağaç çoktan çıplamış
kuruyan yapraklarıyla
rüzgar dalgasını geçiyor

kış gibi oldu gidişin
hasretin rüzgar gibi sallıyor
oda dalgasını geçiyor hatıratınla...

***
tuncer
*

Önce kimi öldürmeli?

Yukarıdaki sorunun cevabını ben değil. Merkez sağın büyük ümidi, genç siyasetci ! Hüsamettin Cindoruk vermeli.
Bir tv programında "- ...Sayın Arınç'a suikast iddiası, eğer varsa vahim. Ama daha önce suikastlar dönemi yaşamış bir Türkiye, bir Osmanlı dönemi var. Oraya bakarsanız, eğer suikast yapılacaksa Sayın Arınç'a sıra gelmez... Yani birileri suikast yapmaya başlarsa Sayın Arınç'tan başlamaz." diyen kendisi.
Sıralama listesini versede bizde sıranın kimden başlayacağını öğrensek.
Bu genç siyasetci bir başka programda da terorist başına "sayın Öcalan"demişti. Programı yöneten :
"- Az önce galiba diliniz sürçtü, “sayın Öcalan” dediniz, diye uyardı.
Cindoruk , bilinen rahatlığı ile yanıtladı.
- Hayır bilerek söyledim. Mahkeme kararı da bu doğrultuda çıkmıştır. Sayın Öcalan dememin bir sakıncası yoktur.
Ya kamuoyu vicdanı ne karar verdi bu konuda. "
Binlerce şehidimiz ve şehid yakınları ne karar verdi; katillerine sayın denmesi konusunda.
Bu gün "sayın" denmesini savunanların açtığı kapıtan girenler, yarın "katil" diyenleri kişilik haklarına saldırıdan mahkum ettirirler.
Gerçi Ergenokonun avukatlığını yapanların, Erkenekonun taşeronunu PKK'nında avukatlığını yapması çok doğal.



Balondan eloktro gitar. Dinleyin bakalım sesini beğenecekmisiniz.

Pencere


İlizyon

Ne sihirdir, ne keramet; çizgilerde marifet.

Ruhban okulu, Patrikhane, Ortodoksluk ve korkularımız

1438-1439 yıllarıFerrara ve Floransada Ortodoksluk ve Katolikliği birleştirmeyi amaçlayan toplantılar düzenlenmektedir.
Hiristiyanlığın yüzyıllardır süren düşü; birleşme.
Katoliklerin, bütün mezheplerin katolikolması olarak hayal ettiği bir birleşme.
Hala bu hayal sürmekte.
Haçlı seferlerininde bir gayesi budur.
Her ne kadar Müslümanlarla savaşmak için düzenlenmiş gibi görünsede; yola çıkmışken Hiristiyanlığın diğer mezheplerinide "yola" getirmek amaçlanmıştır.
Mesela Dördüncu haçlı seferi (1200-1204); Mısır ve Kudüsü fethetmek için ordu hazırlanmış ama 4 yıl Konstantinopolis'i işgal etip yağmalamışlardır.
Başta bahsettiğimiz bu birleşme toplantılarına Bizanas İmparatoruda çağrılmıştı.
Fakat gidebilmek için Osmanlı Padişahı II. Murat Han'dan izin alması gerekiyordu.
Osmanlı Sultanı izin verdi ama şartlı bir izin.
Bizans İmparatorunun yanına 700 kişilik bir yeniçeri birliğide verdi.
Sultanın şartı; Ortoksların mezheplerini korumaları Katolikleşmemeleriydi.
Papa tarafından yapılacak baskıyı engellemek için de, Onu bir orduyla yollamıştı Vatikan'a.
***
Onaltıncı Yüzyılda Protestanlık yayılmaktadır.
Ortodokslarla birleşme düşlenirken bir Protestanlık çıkmıştı, Vatikanın başına bela. İleri gelenler, Papa ile Luther King'i bir araya bir türlü getiremiyorlardı.
Hal böyle iken bir Osmanlı Paşası;Kanuni'nin sadrazamı Makbul/Maktul İbrahim Paşa'nın 1533'te Avusturya elçilerine"Biz İstersek Papayla Luther'i Aynı Masaya Oturturuz" der.
"Kayserin kendi ülkesinde bile gücü ve itibarı yok. Bir konsil toplamayı bile başardı mı? Ben, Hristiyan hükümdarları toplantı yapmaya pekâlâ zorlarım. İstersem, onu hemen şimdi yaparım. Hristiyanlar, gut hastalığı, baş ağrısı ve başka nedenler bulup gelmemek için mazeret de gösteremezler. Bir tarafa Luther'i ve diğer tarafa Papayı oturtarak, her ikisinin de bu konsili yapmasını sağlarım".
(Kaynak: Zinkeisen, Geschichte des Osmanischen Reiches in Europa, II, Gotha 1853).
Ama yapmak Osmanlının işine gelmez; bu yüzdende Katolikliğe karşı hep diğer mezhepleri desteklemiştir.
Osmanlı sadece silahla değil politik olarakta gücünü gösterip onların bölünmesini desteklemiştir.
Birleşip güçlü bir orduyla Osmanlının Müslümanlığın karşısına çıkamamışlardır.
***
Roma İmparatorluğunun merkezi Roma idi.
Katolik idi ve Papada Romada, Vatikanda bulunmakta.
Birinci Constantinus’un (306-337) Roma İmparatorluğunun başkentini Roma’dan Bizans’a taşıması ve şehre Konstantinopolis (İstanbul) adını vermesiyle, buradaki kilise başpiskoposluk mevkiine yükseldi.
Böylece Bizans’ın daha önce bağlı bulunduğu Herakleia Perinthos Metropolitliği de Konstantinopolis’in yetki alanına girdi.
Altıncı asırda piskoposun resmî unvanı “Yeni Roma (Konstantinopolis) Başpiskoposu” ve “Ekümenik Patrik” idi.
Hıristiyanlık Doğu Avrupa’nın büyük bölümüne (Bulgaristan, Sırbistan, Romanya, Rusya) Konstantinopolis’ten yayıldı.
Bilhassa Osmanlılar'ın akınlarına hedef olmaya başladıktan sonra zaman zaman bazı Bizans imparatorlarının Doğu ve Batı kiliselerini birleştirme teşebbüslerine, patriklik şiddetle karşı çıktı.
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethini gerçekleştirdiği sırada, son Patrik İkinci Athanasios, iki kilisenin birleşmesine karşı çıktığı için görevi bırakmış ve yerine tayin yapılmamıştı.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u aldıktan ve Ayasofya’yı da camiye çevirdikten sonra Ortodokslara dinî hayatta serbest olduklarını, bir patrik seçerek patrikhanenin faaliyete geçirilmesini bir fermanla bildirdi.
Fermanda patrikhaneye çok geniş haklar tanınıyordu.
Fatih’in hiçbir mecburiyeti yokken onlara bir takım dinî imtiyazlar tanımaktaki gayesi; doğu ve batı kiliselerini birbirinden ayırmaktır.
Esasen, ikiye bölünmüş bir Hıristiyanlığı bu siyasetiyle devam ettirmek istediği tezi, akla ve mantığa uygundur.
***
Ortodokslukta kendi arasında 3 bölümdür.
Rum, Ermeni ve Süryani ordodoksları.
Rumlar İstanbulu, Ermeniler Erivanı, Süryaniler Mardini merkez edinemişlerdir.
Senelerce Osmanlı himayesinde yaşamışlar ve halende Erivan hariç diğer iki merkez Osmanlının mirascısı Türkiye'nin içinde yer almaktadır.
Onların dinlerini hakkıyla yaşayabilmeleri bize Ata mirasıdır.
Fakat nedense son yıllarda Rum Patriği, Ruhban okulu dendikçe bizi afakanlar basmakta.
Özelikle belli medya bri çığırtkanlığa başlamakta, sanki Ruhban okulu açılırsa işgal edileceğiz.
Bir baksanız bu yazıları yazanlara, ya Robert Koleji, ya Galatasaray lisesi ya st bilmem ne azizi fransız kolaji mezunudurlar. Bir çoğu misyonerler elinde, hatta papazlar rahipler elinde eğitim görmüşlerdir.
Madem sorun yabancı okul sorunu diğerleride kapatılsın.
Hem bu okul Rum gençlerini kendi dini inançlarına göre yetiştirecek.
Türk çocuklarını alıp gizliden gizliye eğitmeycek diğerlerinin yaptığı gibi!
Allah aşkına nedir bu yıllardır bölünme, işgal edilme korkusundan çektiğimiz.
Her fırsatta ufacık kırıntıları bile önümüze büyütüp büyütüp bölünme korkusu olarak getiriyorlar.
Yıllardır bizi korkularımızla yönetiyorlar.
Son aşamasıda yeter bölünelimde kurtulalım artık olacak.
Halka bunu söyletmeye uğraşıyorlar.
"Kaç zamandır siz dışarıdan biz içeriden bir türlü bölemedik"
Çünkü unuttukları bir şey var; yukarıyı iyi okuyun:
Biz böleriz, bölünmeyiz.
Budur bizim fıtratımız.
***
Son bir söz; bu Ruhban okulun açılmamasını biz değil başkaları istememekte.
Eğer onlar isteseydi çoktan açılırdı.
Ne istediler de, türkiye Cumhuriyeti olarak biz yapmadık.
Ayasofya'yı bile müzeye çeviren zihniyet; Ruhban okulunu hayli hayli açardı şimdiye kadar.
Onlar kim mi?
Yukarıyı dikkatli okumamışsınız galiba!

Beklenen


Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Necip Fazıl Kısakürek

Poz

Resimde dikkatinizi çeken ney?
İkiz kuleler mi?
Gerçektende dikkat çekeçek kadar hoş duruyorlar.
Neden hedef oldukları belli.
Fakat benim dikkatimi o çekmedi.
Savaş gemisi?
Bir bakıma doğru aslında; savşa gemisinin devasa boyutu değil ama; benim diketi çeken "I love NY" yazısı.
Amerikan askerlerinin "New York" sevgilerine takmadım, ne haddimize.
Ben yazının yönüne taktım.
Yazı New York'a tabiri caizse; kıçını dönmüş.
Yazı NY'a değil; yazıyı havadan çekecek, helikopterdeki fotoğrafcıya göre ayarlanmış.
***
Bu yazı, yönü itibariyle NY'a sevgisini değil; başkalarına NY'u sevdiğini gösteriyor.
Biraz karışık mı?
Şöyle açıklayayım:
Bir tişört giyiyorsunuz; önünde Afitap seni çok seviyorum yazan. Fakat bunu Afitapın önünde değilde, Züleyhanın önünde giyiyorsunuz bu tişörtü...
Gibi.
Yani, sevdiğinizi sevgiliye değil, başkalarına gösteriyorsunuz...
***
Sevildiğini bilmek, en çok sevilenin hakkıdır.

Eşek Şakası

Neden; kabaca bir hareket sonucu birini incittiğimiz ve haline güldüğümüz şakaların ismi eşek şakasıdır?

Eşekler çok mu şakacı hayvanlardır.

Yada diğer canlılar tarafından bu tür şakaya en çok maruz kalanlar mıdır?

Ehhh, ya ne?

Çizgi Flim

Kendi çizgi fliminiz için, gelişmiş bilgisayar programlarına ihtiyacınız yok.

Bir postit bloğu ve bir kalem yeterli.

Ah birde yetenek.

Sonra animasyonun hazır.

Walt Disney'e rakipsin artık.

Hadi kolay gelsin!

Dere

Dereden geçti oğlan... Yada geçemedi oğlan.

Hayyam'dan


Gece gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni!
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlarda dinliyor hikâyemi..

Ömer HAYYAM

Dans Eden Trafik Polisi


Tarfikten kafayı sıyırmamak elde değil.

Hele birde bu trafiğin düzeninden sorumluysan.

Bu polis memuruda ya trafikten kafayı sıyırmış yada sıyırmamak için işi gırgıra vuruyor.

Böcek ve Karınca

Karıncanın hedefindekinin adını bilmiyorum o yüzden genel adı olan böceği kullandım. Mükemmel bir zırhı olmalı kendi dünyasına göre.

Onu başka canlılara iştahlı kılan, bu iştahtan korunmak için; ona zırhınıda veriyor.

Goran Bregovic Kalashnikov


Sezen Aksudan'da dilediğimiz Balkanların ünlü müzisyeni Goran Bregovic Kalaşnikofu bu kez sahibin sesinden

Bu dansı bana lütfedermisiniz!


İlizyon

Göz yanılmasına güzle bir örnek.

Demek ki gözünle görsen bile inanmayacaksın!

Komik olan ne?

Bir insanın gülmesi için ne lazım?

Komik bi şey mi?

O ne?

Mizahi bir söz, bir fıkra, pantolonunun fermuarını çekmeyi unutup, sokağa çıkmış bir adam, yürüken düşen bir kadın, Cem Yılmaz, Şahan, Yılmaz Erdoğan, Demirel, Erbakan, Çakma Gandhi yada makaralı bir şerit metre?

Hangisi?

Kimi vuruyor acaba?

Kızılderiliyi mi, beyaz adamı mı?
Gangsteri mi, polisi mi?
Teroristi mi, askeri mi?
Yaşadığı üç günlük dünyada, aklına sığdırdığı düşman kim?
Düşmanını yenmek için illa öldürmek mi gerek?
Ya düşmanlığı yenmek için ne yapmalıyız?

Ve DTP Kapandı.

Buna en çok terorist başı ile DTP'liler sevinmiştir.
Çünkü ne kadar istekli görünselerde açılım sözü bir kabus gibi üzerlerine çökmüştü.
Meclis kayıtlarına bakın; açılımdan ne anladıklarını göreceksiniz.
Kürt halkı için dillendirdikleri tek şey; dil!
Kürtçenin kullanımı.
Eyvallah
Ne Kürtçeyle ne de Kürtlerle bir sorunumuz yok.
Başka ne istediler açılmda, Kürt halkı için?
????
Varsa yoksa Apoları.
Başları katil olan, bir katiller topluluğu; masum halk için ne isteyebilir, ne düşleyebilir ki...
***

Güneydoğu sorununu hallettiler, şimdi sırada Karadeniz var. Çaykur Rize Spor'un web sayfasını hacleyip bu resmi koymuşlar.
Karadeniz halkı için ne vaat ediyorlar?
***
Parti kapanmasına karşıyım.
Demokratik yolardan olmalı herşey
Parti demokrosi için halk için vazgeçilmez.
Fakat binlerce halk toplanıp; bütün siyasi söylemini bir kişinin rahatı için, koğuşunun metrekaresi için heder etmez.
7 şehidimizin toprağa kaç metre kare bunun da hesabı yapılıyor mu?
***
DTP, Kürt halkını derdini dert edinmedi.
Kürt halkını sadece kullandı ve kullanmakta.
DTP'nin önceliği elebaşlarıydı.
Şimdi kapandı.
Siyasi partiler, halk için siyaset yapar; kişiler için değil
DTP bir siyasi parti olmadığı için, kapanmasına karşı değilim.

Kilit

Elemanın kafa bayağı çalışıyormuş...

Dünyanın Renkleri








Sinirli Damat

Dakka 1, gol 1.

Kabadayı Kedi

Lemandaki Kötü kedi şerafettin tiplemesinin "hareketli, canlı hali".